Modern insan ne yer? Bu soru, ilk bakışta basit bir biyolojik ihtiyacın cevabını arar gibi görünür. Oysa mesele tam da burada başlar: çünkü modern insan, sadece karnını doyurmaz; sistemin izin verdiği oranda beslenir, gözetim altında doyar ve ölçülü bir "tüketim" aracısı olur.
Gıda, modern biyo-iktidarın en temel müdahale alanlarından biridir. Artık ne yediğimize biz karar vermeyiz; bizden önce karar verilmiş, sertifikalanmış, denetlenmiş, paketlenmiş ve pazarlanmış bir sistem içinde "beslenmeye" çalışırız. Bu sistem, bireyi değil; verimi, kârı, standartları ve kontrol edilebilirliği merkezine alır. İşlem görmüş gıda, işlem görmüş bir insan tipi yaratır: Homovictimus.
Homovictimus, tüm bu biyopolitik sistemin sofrasında oturan ama kendi yemeğine dokunamayan, ne yiyeceğine karar veremeyen, doymak ile doyurulmak arasında ki farkı unutmuş bir özne-değil-nesnedir. Çünkü o, doğrudan doğa ile değil; ara yüzlerle ilişki kurar. Gıdaya ancak bir barkod, bir protokol ya da bir izin sistemi aracılığıyla erişir. Markete girmiş her gıda, onun önüne konulabilecek kadar "kontrollü" hale gelmiştir.
Bu sofranın tarihsel mühendisleri vardır. 1940'lardan itibaren Yeşil Devrim adı altında, buğday tohumları hibritleştirildi, kimyasallaştırıldı, patentlendi. 1980'de ABD'de alınan bir yargı kararı, genetik müdahaleye uğramış tohumların "fikri mülkiyet" olarak tanımlanmasını meşrulaştırdı. Tohum, artık doğanın değil, laboratuvarın evladıydı. Buğday, sadece un değil; bir algoritmaydı.
Bu gıda algoritması, bedensel sağlıktan öte zihinsel inşa ile ilgilidir. Ultra işlenmiş karbonhidratlar, glikoz şurubu, pestisit artıklı sebzelerle beslenen birey; düşünme yetisi kısıtlı, zihinsel bulanıklık içinde yaşayan, karar verme refleksini yitirmiş bir türsüz organizmadır. Bu, basit bir sağlık sorunu değil; ontolojik bir tasarım müdahalesidir.
Böylece Homovictimus, karnı tok ama kim olduğunu unutmuş bir canlıya dönüşmüştür. O sadece yiyen değil, yenen bir varlıktır. Onun sofradaki yeri, karar vericinin izin verdiği kadardır. Yiyeceği tohum değil; protokoldür. Sebze değil; veri tabanıdır.
Ve şu sorular artık yakıcı hale gelir:
"Kendine ait neyin var?"
"Senin yediğin, senin mi?"
"Sen, var mısın?"
Modern gıda sistemi, sadece midemizi değil; varlığımızı da sindirir. Bu sistemin sofrasında yer almak, doymak değil; kaybolmaktır.
Homovictimus’un Sofrası, insanlığın tümden yutulduğu bir protokol meclisidir.
FACEBOOK YORUMLAR