YAŞADIĞIMIZ ŞEHİR ? (2)

ABONE OL

Geçen sayıdaki yazımda özetle, ?Türkiye?de ki kentleşme sürecinin batı ülkelerinden farklı bir şekilde geliştiğini; çünkü batı (Avrupa) ülkelerindeki kentleşme sürecinin sanayi devrimi nedeniyle kentlerde iş gücüne duyulan ihtiyacın bir sonucu olduğunu; oysa Türkiye?de şehirlerdeki nüfus artışının yalnızca ucuz iş gücüne dayanan gereksinimden kaynaklanmadığını, bunun yanında kırsal kesimdeki aşırı yoksulluk, sağlık, eğitim ve diğer sosyal alanlardaki yoksunluğun ve kent çevresindeki hazine arazilerinin yağmalanmasının da şehir nüfusunun hızlı büyümesini tetikleyen önemli nedenler olduğunu? belirtmiştim. Yani,ülkemizdekentselnüfus artışı,sanayi devrimi dönemindeki Avrupa?daki artış gibi yavaş ve tedrici değil, kontrol edilemez şekildevehızlı birartıştır. ?Çarpık kentleşme? olarak daadlandırdığımız bu durum, kentlerdesosyal, kültürel, ekonomik, güvenlik? kısacaher alanda altından kalkılamayacak büyük sorunlar doğurmuştur. Şehirler,toplumların yerleşik hayata geçişlerini gösteren en önemli kanıtını oluştururlar.İlk çağlardan beri kültürün, bilim ve sanatın geliştiği yerleşim alanlarıdır. Daha önce de söylediğimiz gibi, bir yerleşim yerine ?şehir? özelliğini kazandıran, nüfus büyüklüğü değil, ?yaşam kültürü?dür. ?Yaşam kültürü? ve ya ?yaşam tarzı? dediğimiz şey;kentin geçmişi,geçmişi yaşatmak için gösterilençaba, yaşamkalitesi,tiyatro, kütüphane,okul gibi kültür öğeleri,bu kültürü besleyen alanlara verdiği değer; sanatçı çevreler,altyapı olanakları vb? özelliklerdir.Diğer bir deyişle, nüfusun belli bir yerde yoğunlaşması sonucu oluşan kent başka, kentlileşme başka şeydir. Kentlileşme, yukarıda saydığımız değerlerin benimsenmesini gerektirir.Istanbul, Türkiye de nüfusuen fazla artan kenttir. Tüm büyük kentlerimizde olduğu gibi Istanbul?da da şehir nüfusunun artışı,kent çevresindeki hazine arazilerinin yağmalanması,yani ?gecekondulaşma? yoluyla, plansız, düzensiz bir şekildegerçekleşmiştir / gerçekleşmektedir. Kent çevresindeki bu yaşam alanları uzun yıllar şehre bitişik, amakültürel/sosyal/ altyapıolanakları (su, kanalizasyon, iletişim), kısacası, yaşam ilişkileri yönünden ?şehirden? çok uzak olarak yaşamışlardır. Buralarda yaşayan insanların büyük çoğunluğunun yıllarca,hastane /mahkeme dışında şehre inmediklerini söylemek yanlış olmasa gerek. Örneğin 1990 ?lı yıllarda öğretmen olarak çalıştığım, Kartal, Maltepe ve Kadıköy gibi Anadolu yakasının merkezi yerleriyle yeterli ulaşıma sahip olan Gülsuyu ? Esenkent bölgesinde,ortaokul sınıflarında yaptığım anketlerde, tiyatroya giden öğrenci sayısı %1 düzeyinde bile değildi. Öğrencilerin yarısına yakını bir kez bile vapura binip karşıya geçmemişti.?Şehre yeni geldim; beni Ayasofya?ya, Sultanahmet?e, Taksim?e götürebilir misin?? sorusuna, 40 kişilik sınıftanbir ya da iki kişi olumlu cevap verebiliyordu. Yani İstanbul şehir sınırları içinde yaşayan bu insanların şehir yaşamıyla bir ilişkileri bulunmamakta idi. Varoşları,politikacılar yıllarca oy deposu olarak gördükler. emekçi kesimin yaşadığı bu yerlerde, 80 darbesinden önce solunda örgütlü olduğunu söyleyebiliriz.80 darbesiyle sol yok edilince, meydan tümüyle (devletin de göz yumduğu) tarikatlara kaldı.Tarikat baskısı, varoşlardaki insanları, karışmak, yaşamak istedikleri şehir kültüründen tekrar kopardı; özellikle kadınları şehri çevreleyen bu gettolara yeniden hapsetti. ?Varoşlar,? aynı zamanda,yasadışı iş yapanların, çetelerin?eleman? devşirme alanlarıdır. İşsiz, kültürsüz ?lümpen? olarak adlandırılan bu gençlerin üstüne bir siyah takım, cebine biraz harçlık ve beline de bir silah veren çeteler, bunları haraç, gasp, mekan basma, yaralama ve adam öldürme de dahil olmak üzere her türlü yasadışı işte kullanmaktadırlar.İstanbul,bir zamanlar tiyatro ve sinemaları ve diğer kültürel etkinlikleriyle ünlü idi. Nüfus bu boyutta artmadığı için iyi ? kötü işleyen bir trafiği de vardı. ?Minibüs? adı verilen ucubearaçlarhenüz kentin baskın ulaşım araçları haline dönüşmemişlerdi. Lokantaları, farklıyerlerde, her bütçeyeuygun,sesiz bir ortamda ?iki tek atma? olanağıbulabileceğiniz meyhaneleri vardı. Artık öyle değil. Lokantaların yerini dönerci, lahmacuncu büfeleri ve ayakta atıştırma yerleri aldı. Tiyatrolar ve sinemalar birer kapandı; satıldı, yerlerine işhanları dikildi..Azınlıklar kovuldu,. Yeşil alanlar yerleşime açıldı;tarihi yapılarınyerini estetikten yoksun hantal apartmanlar aldı. Ulaşım ?minibüs? terörüne terk edildi. Kent büyüdü ama ne yazık ki, ?şehir olma? özelliğiniyitirdi. ?Şehir yaşam kültürü?kayboldu.Biliyorsunuz, İstanbul?2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti? olarak ilan edildi. Ancak, ana caddeleri bile otopark haline getirilmiş, yaya kaldırımları işgal edilmiş, sokak başlarındakiişportacıların balıktezgahlarından süzülen suların kokuttuğu,gece yarısında maç ya da gelin alayı kornalarının yeri ? göğü inlettiği İstanbul,eğer ?AvrupaKültür Başkenti? adına layık olmak istiyorsa, İstanbul?u yönetenlerin, önceliklebu olumsuzlukları en aza indirecek ve?kentsel yaşam kültürünü? geri getirecek çareler üretmek için kafa yormaları gerekir.Gelecek yazılarımızda İstanbul ve özellikle de Kartal?dan ?kent yaşam örnekleri? vermeyi sürdüreceğiz. Daha güzel kentlerde yaşamak dileğiyle tüm dostların yeni yılını kutlarım.