"Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz"

TURAN ESER
ABONE OL

AKP sıkıştı ve hızla oy kaybı yaşıyor. Hem kendi içinde, hem de ekonomik, siyasal ve yönetme kapasitesi gibi bir çok alanda sıkışmış, derin ve çok boyutlu krizlerle boğuşuyor.

Dün iktidar olmak için, “siyasette amaca giden her yolu mubah sayan” Makyavelist yaklaşımları rehber edindiler.

Dönemsel ihtiyaçlara uygun stratejilere, taktiklere başvurdular, her toplumsal kesime

yönelik büyülü laflar üretip ittifaklar kurdular. Dünkü “dostların” işi bitince “düşmandan” saydılar. Dünkü siyasi rakiplerini ise bugünün yeni lafları ve ittifakları üzerinden “dost ittifak” makamına yükselttiler.
 

“Cumhur İttifakı” içindeki kriz yetmezmiş gibi, bu kez AKP’nin kendi içindeki ittifakları da dağılmayla yüz yüze geliyor.

Siyasette herkes eskiyebilir, bitebilir ve unutulabilir. Ama Bülent Arınç ve Cemil Çiçek gibi “her dönemin siyasetçi” figürlerinin “bitmeyen, eskimeyen ve yerini kaybetmeyen” özelliği vardır.

Bunlar kriz dönemlerinde siyasal “günah çıkarma” seansları düzenler. Ama bizzat sorumlusu oldukları günahları üstlenmeyecek kadar uyanıktırlar.

İktidarın her günahı için bir “günah keçisi” bulurlar.

“Biz aslında, demokratikleşme, adalet ve hukuk reformu istedik ama iç ve dış mihraklar engelliyor” argümanına sığınıyorlar.

Fakat 18 yıl yetti. Halk artık temcit pilavı misali tekrar tekrar ısıtılıp önlerine konulan yalanları yemiyor.

Laf üretenlere, boş atıp yalana sığınanlara, halk arasında “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” denir.

AKP’nin lafları da, 18 yıldır yaptığı işlerde ortadadır. Ne dediler, ne yaptılar gelin birlikte bakalım;

Sonra varın gerisini de siz düşünün derim.

Tarih; 26 Eylül 2002.

O gün AKP, 3 Kasım 2002 Genel Seçim Bildirgesini “Her şey Türkiye için” sloganıyla, kamuoyuna sunmuştu.

Laf çoktu, kulağa hoş geliyordu. Sol liberallerden, Gülencilere, merkez sağdan, liberallere ve dönek solculara kadar herkes, siyasal islamcı “demokratikleşme” yalanına inanmıştı.

Zira AKP 2002’de “Seçim Bildirgesi”ne bakınca “demokratikleşme” ve “huzur” sözü veriyorlardı.

“Totaliter ideolojik yaklaşımlar terk etmek”, “temel hak ve hürriyetlerin gözetildiği, ayrımcılığa karşı her alanda eşitliğin savunulduğu ve halk iradesinden güç alan katılımcı siyasal anlayışlar yerleştirmeyi” vadediyorlardı.

“Devletin, yasal ve kurumsal düzenlemeleri ile kaynaklarını, temel hak ve özgürlüklerin yerleştirilmesi ve geliştirilmesi yönünde etkin bir şekilde kullanılacak” diyorlardı.

“Şeffaf yönetim, toplumsal denetim ve katılım hakkı” gibi süslü laflar ediyorlardı.

“Krizin sorumlusu halkımız değildir. Krizin sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir” diyerek, 3 Kasım 2002 seçimlerinde kendilerine oy istiyorlardı.

“Korkunun olmadığı bir barış toplumu” ve “Koruyucu Hukuk” gibi laflar ediyorlardı. O nedenle “hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim” teminatı vermişlerdi.

“AİHM kararlarına uyum”, “yargının bağımsız ve tarafsız karar vermelerini sağlama”, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6’ncı maddesinde de herkesin kanunî, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede makul bir sürede, adil bir şekilde yargılanma hakkı temel bir insan hakkı olarak güvenceye alınması”ndan bahsediyorlardı.

“Partimiz toplumsal barışı sağlayacak ve halkımızın refahını artıracaktır” diyorlar ve “toplumu aktif olarak devreye sokan demokratik siyaset” alanı yaratacakları gibi, kendilerinin dahi inanmadıkları lafları, inandırmak için tekrarlıyorlardı.

“İnsan haklarına dayanan ve eksiksiz işleyen demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi” sözü vermişlerdi.

“Sivil ve siyasi özgürlükleri güvenceye almak ve insanların korku ve endişeden uzak yaşamalarını sağlamak”tan dem vuruyorlardı.

“Farklı inanç ve kültürleri ülkemiz için bir zenginlik kabul” ediyorlardı.

“Milli egemenlik, milli güvenlik, milli çıkar, milli ve yerel kültür konularındaki ideolojik yaklaşımları, Kopenhag Kriterlerinin hayata geçirilmesini geciktirmektedir. Partimiz, Türkiye’nin yerli değerlerini korumak adına, çağdaş dünyaya sırt dönülmesine karşıdır” diyorlardı.

“Komşularla sıfır sorun” hedefleniyordu.

“Yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlikle mücadele” sözü verdiler.

Dedik ya; “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”!

18 yıl iktidarda olan AKP bu söz ve vadettiklerinin neden tam zıtlarını gerçekleştirdi.

18 yıl sonra; “Şahsım Devleti” söylemine dönüştü.

Yurttaşlık hakkını kulla, demokratik toplum olma hakkı ümmete dönüştürme ısrarından vaz geçmediler.

Kişisel Halifelik makamını kuramayınca, Halifelik makamını Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden kurumsallaştırdılar.

Demokratik örgütlenme ve kurumsallaşma hakkı yok edildi. Kurumlar ve kuralların gücü, kişilerin keyfiliğine terk edildi.

Seçimle parlamentoya gelen 600 milletvekilinin bir hükmü ve yaptırım gücü kalmadı.

Bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğünün kırıntısı da kalmadı. Anayasa mahkemesi ve AİHM’in verdiği kararları hiçlemeyen bir iktidar ve yargı sistemi ile karşı karşıyayız.

Bağımsız yargı ve hukuk devleti, demokratik bir rejimin vazgeçilmez unsuru iken, tek adam rejiminde tek tek kişilerin keyfiliğe bırakıldı.

Çete, mafya ve tecavüzcülerin afla serbest bırakılıp, siyasal alanda vesayet kurmalarına yol açılırken, muhalif düşünce cezaevlerine dolduruldu.

Akraba ve yandaş kayırmacılığı yaratılan ekonomik kriz nedeniyle, kişi başına milli gelirin bu yıl sonu 7 bin 720 dolara kadar gerileyecek. Merkez Bankası’nın rezervleri sıfırlandı. 24 milyar TL civarında olan bütçe açığı bu yıl 239 milyar TL’ye yükseldi.

Elbette bunların altında yatan nedenler çok boyutlu olup, israfı ilk sıraya koyabiliriz. Fakat Saray’ın devasa harcamaları, AKP yöneticilerinin gösteriş, şatafat adına yaptıkları “israflara" dair savunması da var; “İtibardan tasarruf olmaz!”

AKP elitleri ve ihale dostları zenginleştirilirken, halk açlık, yoksulluk ve işsizlik kuşatmasına maruz bırakıldı.

Dış politikada ise, kah ABD’ci, kah Büyük Ortadoğucu, kah Avrupacı ve kah Avrasyacı olup dolanıp dururlar. Sıfır sorunlu komşu hedeflerini, “heyt” retoriği ile Türkiye’yi sıfır komşuya ulaştırdılar.

Özetle; “Her şey Türkiye için” sloganıyla başlayan, 18 yıllık AKP iktidarı, her şeyi “Şahsım Devleti” vesayeti altında topladı.

Şimdi “adalet ve hukuk reformu” diyorlar…

26 Eylül 2002 tarihli “Seçim Bildirgesi”ni, tekrar temcit pilavı misali ısıtıyorlar...

Yiyecek misiniz?