30 yıldır Sudan’ı yöneten İslamcı diktatör Ömer el Beşir sonrası kurulan geçici hükümet, toplumsal barış için laiklik dedi; “Sudan, çok uluslu, çok dinli ve çok kültürlü bir toplumdur. Sudan’ın, tüm vatandaşların haklarını güvence altına alan demokratik bir ülke haline gelmesi için, din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalıdır” diyerek, şeriat yerine laikliği benimsedi.
Peki biz ne kadar laik bir ülkeyiz?
Bu soruya verilen cevaplar oldukça çeşitlidir.
Anayasa’ya göre; evet!
“Türkiye laiktir laik kalacaktır” diyen kimi “ulusalcı” kesime göre de, evet!
Siyasal islamcılara göre ise “Türkiye laik bir ülke, bize karşı baskıcı ve laiklik batı icadı din düşmanıdır.”
Bu üç bakış açısıda gerçeği söylemiyor. Üçünün ortak yanı olmayan şeye “var” diyorlar.
Neden mi?
Çünkü bir ülkenin laik olup olmadığını anlamak kolay ve tanımlanabilir.
Bunun kriterleri de bellidir.
Nasıl mı?
Bir; devletin din, inanç ve düşünce ile kurduğu ilişkiye bakılır. Devlet din ve inançlar karşısında tarafsız, bağımsız, eşit mesafede duruyor mu?
Oysa Türkiye’de devlet Mezhepçidir. Sünniliği resmen benimsemiş, kollamış olup, dinsel, ideolojik, ekonomik ve yasal ilişki kurmuştur. Aleviler gibi diğer inançlara ve inanmayanlara karşı ayrımcı ve dışlayıcıdır. Dolaysıyla laikliliğin, olmazsa olmaz ilkesi sayılan, “din ve devlet ilişkileri birbirinden ayrıdır” diye bahsetmek söz konusu değildir.
İki; ülkenin kamu eğitimine bakarak anlarız. Kamu eğitimi laiklik ilkesine uygun mu? Bilimsel, laik, demokratik, kamucu, ücretsiz ve herkese eşit eğitim hakkı verebiliyor mu?
Türkiye’de, eğitim Sünnilik üzerinden dinselleştirilmiştir. Sadece müfredatlar değil, eğitim kurumları ve yönetici kadrolarıyla, eğitim sistemi dinselleştirilmiş ve kurumsallaştırılmıştır. Yani laik ve bilimsel eğitimden bahsetmek söz konusu değildir!
Üç; ülkenin yargı-hukuk sistemine bakarak anlarız. Yargı kararları modern hukukun evrensel ilkelerine uygun mu? Yargı kurumları siyasi ve dinsel vesayetin etkisinde mi karar veriyor?.
Yargı erki “Diyanet İşleri Başkanlığı’nda alınan görüşe” göre karar verebiliyor. Ya da Medeni Hukuk’un yerine, müftülüklere nikah kıyma yetkisi verme örneğinde olduğu gibi adım adım Şer-i hukuk ikame ediliyor. Laikliğin korunmasının teminatı olan, “Yargı-Yasama ve Yürütme Erklerinin Bağımsızlık” ilkesi yok ediliyor. Yargı siyasi ve dinsel vesayet altına alınıyor.
Dolaysıyla Anayasa 2. Maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ilkesi ve Anayasa 174/4- maddesiyle “evlilik akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmünü koruyan Medeni Kanunun resmi nikah ilkesini ihlal ediyor. Bu ise açıktan laiklik ilkesinin ihlal edilmesidir.
Laiklik ilkesi yerine dinsel vesayetin etkisinde karar verildiği bir ülkede, laik düzene dayalı hukuk ve yargı kurumundan bahsetmek de mümkün değildir.
Dört; ülkenin kamu bütçesinin nasıl harcandığına bakılır. Devlet halktan topladığı vergileri vatandaşlık esasına ve kamu hizmetine göre mi yoksa mezhep/din esasına göre mi harcıyor. x Bir dini finanse ederek, laiklik ilkesini ihlal ediyor mu?
Vergilerden oluşan kamu bütçesi, vatandaşlık esasına ve gelir durumuna göre toplanır. Vatandaşlık esasına göre toplanan vergiler, mezhep esasına dağıtılıyor. Kamu bütçesinden 130 Bin Sünni imam, 90 bin Hanefi Camisi, 5 bin 138 Sünni İmam Hatip Okulu, 125 Sünni İlahiyat Fakültesi finanse ediliyor. Kamu kaynakları “yardım” ve “ihaleler” üzerinde Sünni Cemaat ve Tarikatlara aktarılıyor. Yani “laik devlet” dini finansman ediyor!
Yılda 25-30 Milyar TL dinin finansmanına harcandığını söylemek abartılı olmasa gerek. Keşke Sayıştay özellikle kamu bütçesiyle dinin finansmanı denetleme raporu yayınlayabilse, finansmanın görünen kısmının, görünmeyen kısma göre hangi düzeyde kaldığını görme şansımız olurdu.
Dolaysıyla kamu bütçesiyle dinin finanse edildiği bir ülkede, laikten bahsetmek mümkün değildir.
Beş; laikliği anlamak için diğer önemli kriter ise, devletin yurttaşlarıyla hangi zeminde ilişki kurduğudur. Laiklik ilkesi gereği, yurttaşlık hakkını düzenleyen Anayasal hukuki zemin mi yoksa din ve etnik kimlik üzerinden mi ilişki kuruyor.
Bir toplumun ortak paydalarını ve eşit yurttaşlık haklarını koruyan, demokratik, laik ve hukuk düzenidir. Anayasal vatandaşlık, eşit haklara sahip, eşit yurttaşlarla vatandaşlık ilişkisi, hukuksal bağlarla belirlenir.
Oysa Türkiye’de devlet ve siyasi iktidarlar “makbul vatandaş” yaratmak için, Anayasal hukuksal vatandaşlık bağının yerine, din, mezhep ve etnik kimlik bağı kurup, din ve etnik milliyetçilik üzerinden yurttaşlarla ilişkiyi inşa ediyor. Bu ilişki biçimi laikliğin, demokrasinin, çoğulculuğun ve eşit yurttaşlık ve eşit hakları düzenlemesi gereken Anayasa’ya karşı işlenmiş suçtur.
Laik düzende olması gereken eşit yurttaşlık hakları yerine, din ve etnik kimlik üzerinden ilişki kurulması, Anayasanın eşitlik ilkesinin ihlal ederek, ayrımcılık üretmektedir.
Tekrar yazının başına dönecek olursak; Ülkenin laik olduğunu düşünen bu üç kesimde bu “olmayan” şeyden besleniyorlar!!!
“Türkiye laiktir, laik kalacaktır” tutumu alan kimi ulusalcı çevrelerle, “Laiklik batı icadı dinimize karşı” diyerek, mevcut “laik düzenden” beslenenler, Anayasa’nın ilkesine karşı suç işlemektedirler.
Reddedilmeye ve ihlal edilmeye çalışılan laiklik batılı değil, din düşmanı değil, aksine dini özgürlüğün adıdır ve insanidir. Toplumsal barışın ve çeşitliliğin teminatıdır. Laiklik din istismarcılarının, din tacirlerinin, dini duyguları sömürerek çıkar sağlayan odakların ve çevrelerin korkusudur.
Her kim ki, laikliğe karşı ise, bilinki o çevrelerin insanlığa karşı işleyecek suçlarını gizleme arzusu vardır.
FACEBOOK YORUMLAR